30 Aralık 2007 Pazar

Gece Yarısı Şiiri

Sen hep gidendin,
Ben ise hep bakan.
Sen ilk baharın en güzel çiçeğiydin,
Ben ise çölde kurumakta olan kaktüs...

Kır çiçeklerinin en güzel kokuları gibiydin,
Her bir hücremin doyasıya kokladığı,
Ve doğanın 7rengine sahiptin,
Gözlerimi bir an olsun ayıramadığım...

Şiir yazmak boyumu aşardı,
Okumak ise başlı başına bir dert,
Ama yüreğimden çekerdim mısralarımı,
Sana yazılmakta olan her bir kıtamda...

Bir şiir gibiydin,
Okumayı beceremediğim,
Bir şiir gibiydin,
Yazmaya yetemediğim...

En güzel hikayem olmanı istedim,
Ama yazamadığım hikayem oldun...
Dedim ya;toprak gözlü,
Sen hep gidendin,
Ben ise hep bakan...


Kalem arkası: İthaf şiiridir...İthaf edileni saklı...

18 Aralık 2007 Salı

İyi Bayramlar...

Çocuk gözlerimde sakladım o güzel gözlerini. Ne kadar çok sevmiştim onu. Kıvır kıvır saçlarını,siyah kocaman gözlerini. Her sabah ilgileniyordum onunla. Uyanır uyanmaz,yüzümü yıkamadan,kahvaltı masama bakmadan yanına koşuyordum. Beni bekliyordu biliyorum.
Çocuk gözlerimde sakladım. Onun gidişini. Yüreğimde ince bir sızı bıraktı giderken. Gözlerimde yaş duellosu. Çok sevmiştim ama o gitmişti. Engel olamamıştım gidişine. Çocuk ellerimle engelleyememiştim gidişini. Sürükleyerek götürdüler onu. Çocuk kollarımdan tuttular beni. Koşmamı engellediler.
Çocuk gözlerimde sakladım. Giderken attığı çığlıkları. Dönüşü olmayan gidişinde atarken çığlıkları ok sapladı çocuk kalbime. Çocuk gözlerimde sakladım onun can verişini. Bakamadım bile. Bakmadım. Rüyalarımda gördüm. Çocuksal rüyalarımda. Üzülme diyordu,gereklisi buydu diyordu. Çocuk rüyalarımın ardından durumu anladım. Üzülmedim. Sevindim. Gereklisi bu idi.
Ve bir bayram namazıyla başladı her şey. İmam şöyle söyledi: "Hz.İbrahim'in Oğlunu kesecekken gökten bir koç indi..." Ve devam etti aynı imam: "Komşusu açken tok yatan bizden değildir. Kurbanınızı dağıtınız. 4'te 1'ni..." diye devam etti...

Kurban bayramınız mübarek olsun...


Kalem arkası: İki bayramdır bayramı erken kutluyorum. Ben seviyorum galiba bayramları erken karşılamayı. Çünkü bayramlar küskünlerin barıştığı,toplumumuzun yek vücut olduğu ender güzel zamanlardır.

16 Aralık 2007 Pazar

Gerçek...

Hüzünbaz Satırlar'ın, Nightologist'in, Aykırı Kalem'in bilinmeyen bir yüzünü anlatmak istedim bu gece sizlere. Hani hep hikayelerimde düşsel kurgularımı anlattım. Kâh içinde benden parçalar barındıran,kâh uydurmacalar. Ama bu sefer bende ki bir kirli yüzü vuracağım su yüzüne. Vuracağım ki balık misali hava yüzünden boğulsun.
Biliyorum kendimi. Çok kaliteli bir insan değilim. Hatta çok kalp kırmışımdır. Hani çok kişiyi üzmüşümdür. Hani gerektirdiği budur diyerek yoluma devam etmişimdir. Kimileri çok adi bir adam bu demiştir adımı andıklarında. Ama bu sefer kimse nefret edemeyecek yazacaklarıma dair. Hani bilenler bilir,okuyucularım,gözlerini acımadan benim sayfalarımda yıpratanlar bilir. İntihar tutanaklarım vardır. Aslında o tutanların gerçekleştiği bir zaman olmuştur. Hani o tutanaklardan birisi gerçekleşti. Bir önceki yazımda kirlendiğimden bahsetmiştim.
O sıralarda kirlenmem son haddinde idi. Bunalım atakları ise işin cabası idi. Hüzünbaz satırların son noktası olması için bir yandan çabalarken bir yandan olasılık hesaplarına vurmuştum kendimi. O geceye dair hatırladıklarım biraz silik,biraz komik. Birde okumuşsun anatomi denen zırvalığı. Bilgi çok,yaklaşım sağlam. Bir de msn denen konuşmada arkadaş iletisi. Göster kendini. O bilmez ki tam zıttını gösterdiğimi,halbuki sağ değildi,kanların aktığı,soldu. Ama o farkına varamadı. Halen daha da bilmez.
Gariptir intihar tutanağını yazmak. Yaşarsan benim gibi, gülersin sadece. Kirlenmişliğine bir kirlilik bir aptallık daha eklersin dışarıdan bakan her zât için. Ama kimse bilmez senin o anki ruh halini. Onlar hiç o noktaya kadar gelmemişlerdir. O yüzden anlatamam kimseye bu gizli yanımı...
Kirlenmişliğime bir kirlilik daha olsun bilmeyenler için...


Kalem arkası: Bir keskin uç,bir de ölüme giden atar damar... Sonuç belli;yaşamaya devam... Mutluluk ölmediğimize... Mutluluktur,yaşama dair...

15 Aralık 2007 Cumartesi

Renk...

Ankara'da geçti beyhude 7yıl. Ak akçe olarak gittiğimi söylemek yakışık almaz hani bana. Ama bildiğim bir gerçekte vardır ki,bir fazla kirlendiğim.Ve bir fazla silinerek geçtiğim. Ama üzülmüyorum artık tek bir konu hariç. Silinen her bir noktam aslında uyumsuz olanlarmış kendimle.Ama bir konuda çok üzülüyorum. Silginin artıklarını üflemedim. Kirlendim. Demek ki diyorum artık rengim ak değil,kara değil;karaya çalan gridir rengim. Demek ki yaşamımın rengi gri. Karaya çalan. Tek bir şeye üzülüyorum. Bu kadar kirlenmek yüzünden, kaybettiklerime. Hani kirlenmeden bu kadar büyüyemez miydim?


Kader diye döküldü iki dudağımın arasından... Gecenin karanlığında kaybolan bir sesle...

13 Aralık 2007 Perşembe

Aykırı Kalemler...

Aykırı Kalemler doğdu. Öykülemelerden farklı olarak realistik bir şekilde doğdu. Nightologist öykülemelere devam edecek ama Aykırı Kalemler buradan farklı olacak. Buradan daha gerçekçi,kendi düşüncelerini hiç çekinmeden yazacak.

Kısacası Nightologist yanına yeni çocuğunu yetiştirmeye karar verdi. Bunu da Aykırı Kalemler'de yapacak. Merak edenler için tekrarlamakta fayda vardır. Burası devam edecek...

Aykırı Kalem:
http://aykirikalemler.blogspot.com

5 Aralık 2007 Çarşamba

Hasan Usta'nın Hikayesi-2

Yine aynı şekilde rastlamıştım Hasan Usta'ya. Banka oturmuş yedi tepeli şehrin yedisine birde hoşçakal diyen güneşi seyreyliyordu yaşlı gözleriyle. Bir de cigara tellendirmiş boğaza karşı. Beni farketmedi yanına oturduğumda dahi. Cigarası bitince ancak farketti beni. "Hayırdır" dedi,yıllara yenik sesiyle. "Ne gezersin buralarda?" İşte ilk o zaman bana hikayesini anlatmasını istemiştim. Çok duymuştum sağdan soldan ama hiç sormamıştım kendisine. İlk o gün sormuştum. Ve ilk o gün Hasan Usta'yı tam olarak anlayabilmiştim. İlk defa bir hikayenin bu kadar efkarlı olduğunu ilk o gün farkedebilmiştim.
Hep duyduğum hikayeydi belki birazı. Ama hiç bu kadar olacağını bilmiyordum. Hiç bu kadar farklı olacağını beklemiyordum. Hasan Usta renkleriyle nasıl şaşırtıyorsa bir insanı kendi hikayesiyle bir fazla şaşırtıyordu. Anlattı anlattı. Akşamı gece,geceyi sabah etti. O anlattı ben dinledim. O anlattıkça şaşırdım. Anlattıkça dinledim. Herhalde kimseye böyle anlatmamıştır. Bu kadar uzun. Bu kadar yorgun bir hikayeyi bu kadar uzun anlatmamıştı. Sanki sormamı beklemiş,en ince detayı bile atlamadan anlattı. Bazen sustu,konuşmadı. Hiç bir şey anlatmadı. Ama bol bol anlattı.
Adana'dan ayrılış sebebini. Daha doğrusu kaçış sebebini anlattı. Kozan'ı neden kanattığını anlattı. Kozan kanarken kendi yarasının kanamasını anlattı. Anlattıkça anlattı. Arada sırada kaderine kızdı. Arada sırada kendine kızdı. En çokta Kozan'a kızdı,Adana'ya kızdı. Kızdı ama sevdi de. Kızdıkça sevdi,sevdikçe kızdı. Özlemini de anlattı. Adana özlemini,Kozan özlemini. Anlattı. Anlattı amma,dönemeyeceğini de anlattı. Kanatmıştı Kozan'ı... Kozan da onu...

Anlattı Hasan Usta. Anlattıkça anlattı. Kelimeleri birbirine düğümleyip düğümleyip anlattı... Boğazına düğümledi,yüreğine düğümledi. Her kelimesine bir can ekledi...

4 Aralık 2007 Salı

Büyüklere Masallar...

Bir varmış bir yokmuş. Vakitlerin vakit olmadığı zamanın zaman olmadığı zamanlarmış. Zamana zaman denmeyen zamanlarmış. O kadar eskiymiş. O kadar önceymiş. İki ülke varmış. Birisi Aydınlıklar ülkesi,diğeri Karanlıklar ülkesi. Aydınlıklar ülkesinde prenses varmış. Masal bu,prensesin olduğu yerde olmalı bir prens. O da Karanlıklar ülkesinin prensiymiş. Aydınlıklar ülkesinin prensesi çok güzel bir prensesmiş. Gören gözlerin aşık olduğu,kör gözlerin açıldığı bir güzellik. Hani kainata böyle bir güzellik gelmemiş desek yeridir. Ama ne güzellik. Görenin zihinlerine kazınan bir güzellik. Dokunduğu her şeyi ışıl ışıl yapan,girdiği her yeri aydınlatan bir güzel. Öyle böyle bir güzellik değil sizin anlayacağınız. Herkes aşık Aydınlıklar ülkesinin prensesine. Tabi ki Karanlıklar ülkesinin prensi de aşık bu güzel prensese. Ama ne yangın. Yüreği yanıyor,kora dönüyor,korları yanıyor. Tekrar tekrar yanıyor. Yanmadan bir daha yanıyor. Yüreği cehennem ateşine atılmış gibi yanıyor. Ama aşk ile. Sevda ile yanıyor. Gündüz düşünde,gece rüyalarında prenses. Rüyalarının prensesi. Aşık Karanlıklar prensi,aydınlıklar prensesine. Aşkından yanıyor tütüyor. Eriyor bitiyor. Halini görenler acıyor ama gelmiyor elden de bir şey. Bir gün,ülkenin bilginine danışıyor. "Bu nasıl yangındır? Sönmüyor,söndürmeye çalıştıkça bir fazla yanıyor" diye soruyor ülkesinin bilginine. Bilgin usulca yanıtlıyor;" Buna aşk derler. Bir çeken bilir. Sen var git Aydınlıklar ülkesinin prensesine anlat halini durumunu..." Bilgine güveniyor ve varıp gidiyor Aydınlıklar ülkesinin prensesinin yanına. Şimdiye kadar hiç bir kulağın duymadığı,hiç bir dilin varmadığı,anlatamadığı sözlerle anlatıyor sevdasını,aşkını. Prenses dinliyor. Dinliyor ama onun yanıtı hazırda bekliyor. "Olmaz" diyor. Ve gidiyor...
Karanlıklar prensi çok üzülüyor bu duruma. Kendisini kapatıyor odalara. Yüreği eziliyor her geçen gün. Aşkı büyük,acısı da büyük oluyor. Acısı o kadar çok büyüyor ki,Kaf dağının ardına kadar ulaşıyor. Kaf dağının ardındakiler bakıyorlar Karanlıklar ülkesinin hali harap. Aydınlıklar prensesinin yüreğine girecek halleri yok ya. Düşünüyorlar ve sonunda bir çare buluyorlar. Bu acıya yürek dayanmaz,bu yürekten acıyı almalı yerine hüzün bırakmalı. Zira hüzün çekilecek çiledir. Ve bir güvercinin kanadına hüznü ekliyorlar. Ve salıveriyorlar Kaf dağının ardından. Güvercin geliyor Karanlıklar ülkesinin prensinin yanına. Kanadındaki hüznü ona veriyor,ondan aşkın acısını alıyor. Ama güvercin bu,yüreği ne kadar ola ki. Onun yüreği kaldıramıyor ve hemen oracıkta ölüveriyor. Karanlıklar prensi de hüznüyle kalıyor.
İşte bu yüzdendir gecelerin hüzün dolu oluşu. İşte bu yüzdendir yaşan(a)mamış her aşkta,biten her aşta bir güvercin olur.

Kalem arkası: Büyüklere masal işte. Mutlu sonu yazıl(a)mamış. İnanırsanız...