30 Ekim 2007 Salı

Sevemedim Vedaları...


Gidesi gelmekle gitmek arasında ki ince çizgiyi oluşturur kilometreler. Ve o kilometrenin her metresine gömülen saatler. Ardında bırakarak aşarsın yolları. Şimal yıldızının klavuz ışığında. Gidenler ardında bıraktıklarını bilirler. Ama bir de benim gibi gidenler vardır. Gitmenin anlamını karşılarlar "Kaçış" ile. Ama bazı kaçışlar anlamsızdır. Sonuçsuzdur. Arada kilometreler olsa dahi,o kaçtıkların hep peşindedir. Aslında bu bir kaçışta değildir. Bedenin uzakta ama ruhun hep aynı yerdedir. Zaman-Olay ilişkisinde "Olay"ın bitişiyle zaman da durur. Ve hapsolur ruhun "O An"ın içinde. Tekrar tekrar yaşarsın "O An"ı. Tıpkı cehennemde tekrar tekrar yanmak gibi. Bedenin hiç acı çekmez çünkü o uzaktadır. Ama ruhunun ızdırapı ise tarif edilemez ölçüdedir. Şizofrenik uykular gibi;korkutucu ve bir o kadar da ızdırap verici."O An"a hapsolmaya kendini hazırlayamazsın. Bu tıpkı çevreni sarmış mızraklı askerler gibidir. Senin bir elinde kalkan bir elinde kılıç. Birinin def edersin,ikisini def edersin ama üçüncüsü;tam sırtından kalbinin olduğu yerden saplar mızrağı. Bir anda gözlerinin önünde görürsün ucu kanlı,içinden geçen mızrağı. Geri çıkar ve bir kez daha saplanır vücuduna. Bedenin,hem içeriye hem dışarıya;kan gölü... Ama ölmezsin,tarifi mümkün kılınmamış acılar çekersin...
Şizofrenik uykuların delinir gecenin kör vaktinde. Paranoyak rüyalarında sür manşetten yayınlanır delik uykularının nedeni."İstanbul Boğazı'nda Bir Kadın Bir Adamı Boğazladı!" Boğazlanışını görürsün. "O An"ın farklı bir yansımasıdır. En sonundaysa direnmeyi ve çabalamayı bırakırsın;"O An" hapsinden kurtulmak için. İşte o zaman farklı bir boyuta taşınır "O An". Artık seni alır,bir o duvara bir bu duvara vurur. Ama dedim ya bedenin acı çekmez. Acıyı çeken ruhundur. Öyledir ki,bir manga tank geçer sanki ruhunun üzerinden. Paletlerin altında can veremez ama paramparça olur ruhun...
Hani tarif edilemez acılar vardır. Yaşayan bilir. Bir tek o bilir çilesini. O da anlatamaz,zira anlatacağı diller lâl olur büyüklüğünün karşısında. İnsan aciz kalır "O An"a hapsolduğunda. Aciz ve bir o kadar güçsüz. Alıpta başını gidesi gelir sanki ardında bırakabilecekmişçesine. Gidesi gelmek budur. Gitmekse "O An"da bırakıp ruhunu,bedenini yanına alıp kaçmaktır. Bir bavula eşyalarını koyarsın. Bedenini alıp ruhunu "O An"ın hapsolmuşluğunda bırakarak kapıyı çeker çıkar gidersin. Belki bir daha asla dönmeyeceğini,dönemeyeceğini bilerek,düşünerek... Aslına bakarsan yol kolaydır. İki dağın arasında bir yol. Ama ne ışık var ne de bir tabela. Ama bilirsin ilkokulun tebeşirli sıralarında öğretilmiştir; "Şimal Yıldızı Kuzey'i Gösterir" diye. Kafanı kaldırıp bakarsın. Çünkü dönesinde vardır aslında. Bakarsın yerdeki karanlığın gökyüzündeki yansımasına. Göremezsin,zira doğmamıştır,ya da sana doğmayacaktır bir daha asla. Yoluna devam edersin. El yordamıyla,ayak yordamıyla. Öyle bir andır ki,bir anda doğar yeniden tam zıttında. Arkandan parlar o muhteşem edasıyla Şimal Yıldız'ın. Aslında seni "O An"ın hapsinden kurtaracak olan da odur aslında,zira sen onun yüzünden düşmüşsündür yola da "O An"ın hapsine de. Hemen dönersin yüzünü. O yola çıkmak için verdiğin emeklerden çabalardan bir yıldız uğruna vazgeçersin bir anda. Önemsizdir. Çünkü o Şimal yıldızıdır. Uğruna can verilebilecek yıldızdır. Öyle kuvvetli bir yıldızdır ki o kendisi bilmez aslında mucizelerini. O ufacık parlaması bile senin üzerine umut nehirlerinin boşalmasını sağlar. İçindeki tüm o karanlıkları silmeye başlar. "O An"ın hapis duvarlarına çarpar. Çarptıkça ruhun duyar o da bir yandan içeriden kazır sesin geldiği yöne doğru. Bir an önce o nehire atıp kurtarabilmek için kendini. Ama bu Şimal Yıldızı. Bir anda göründüğü gibi kaybolabilir de. Yol yine karanlık olur. Hapis yine sessizleşir. Ama senin o yıldıza ihtiyacın vardır. O bilmez bunu. Dokunmasan da,sahip olmasan da onun yüzüne bakman yeter. Ama o senin dünyandan yine gider. Ve kalırsın "O An"ın hapsinde. Bu sefer farklı olur ama. O bilmez. Çünkü o gidenlerdendir. "O An" bu sefer bir fazla hızla vurur seni duvarlara. Çünkü kurtulmaya çalışmışsındır "O An"ın hapsinden. Bu sefer cezalandırmaya da başlar. Ruhun artık bir fazla acı çeker. Ve yine bedenin yanında,yine dudaklarında yine aynı türkü...


Koyverdun gittun beni oyy,
Koyverdun gittun beni,
Allah'undan bulasun oyy,
Allah'undan bulasun,
Kimse almasun seni,
Kimse almasun seni oyyyy,
Yine bana kalasun...
Sevduğum senin aşkın,
Ciğerlerimu dağlar,
Hiç mi düşünmedun sen,
Hiç mi düşünmedun sen oyyyy,
Sevduğun boyle ağlar...

Kalem arkası: Hiç mi düşünmedin sen???

*****

Special thanks for photo;
Photographer:Neslihan Küreşir
Photo name: Don't Leave Me!

29 Ekim 2007 Pazartesi

Sonuç...[Bölüm-2]

Ardı sıra bakmak. Savaş meydanından arta kalanlara. Feri kaçmış iki sulu gözle. Geriye bakıp neden sorusuna yanıtsız kalmak. İlk defa bu kadar zor ve meşakkatli bir soru. Neden yıprattık,neden oldu tüm bunlar. Neden engel olamadık. Ve neden savaştık. Hemde bir hiç uğruna. Bu kadar mı çocuktuk? Hadi her şeyi kenara koyalım,sağda solda büyümekten bahsettik. Hava attık büyüdüğümüze dair yalanlarımızla. Çocuktuk. Ağlattık birbirimizi. İçimizde ki çocuklara acımasızca saldırdık piyadelerimizle. Katliam yaptık. Ama farketmedik ki,birbirimizin çocuklarını öldürürken kendimizi de öldürdüğümüzü. Sonra döndük ve dedik... "Biz büyüdük"... Seni bilmiyorum ama artık ben bu yalanı söylemeyeceğim. Ben büyümedim. Ben hep çocuktum,çocuk olacağım. Büyüyemeyeceğim. Büyümeyi inkar edeceğim. Tabuya bağlanmış laflarımla artık hareket etmeyeceğim. Kırmızı arabamı süreceğim vın vın diye mobilyaların üzerlerinde.
Piyade taburlarını artık senden geri çekiyorum. Savaşmayacağım. Sen saldırabilirsin amaben bırakacağım artık. İçimde ki çocuklarımı öldürebilirsin ama ben senin çocuklarına dokunmayacağım. Onları öldürürken bile seviyordum,şimdi öldürmeyeceğim. Yerine çikolatalar dağıtacağım onlara. Sen el bombaları atabilirsin içime,ama ben gofretler atacağım. Sana karşı duramayan kalelerimi parçalayabilirsin. Ama ben senin kalelerini güçlendireceğim. Ne dersen onu yapacağım. Artık,teslim oluyorum. Beyaz bayrağımı sallıyorum gökyüzünün enginliğine. Teslim oluyorum. Zaptım yakın. Emirlerine uymak için. Direnişçilerim olmayacak. Sakin bir şehir bırakıyorum sana. İçinde çocukları olan. Onları sana emanet ediyorum.

Bilmiyorum sonucunu. Kartlarım açık oynuyorum. Nedenim belli. Anlayabilmen beni. Bir kez olsun güldürebilmek belki de seni. Belki de unutabilmek. Ama bil ki ay yüzlü sevgilim, mezar taşlarının soğuk yüzlerine dokunsanda,hep 7adım altından sesleneceğim. Nedenim benim güzel nedenim. Nedenim sensin... Sonucumda uzak diyarların uzak yolcusu. Tıpkı şu şiirdeki gibi...

Kaldır öpülesi alnını ve bak bana
Yoroz değil kararan
Yüzümde ışığından ayrılmanın kederi
Birazda işte geldik gidiyoruzun hüznü var
Ama gördün mü gülüm
Bir tek gözlerim değişmedi...
yine
Bir tek gözlerim...

Kalem arkası: Resim bana ait değildir. Ancak üzerinde yapılan işlemler bana aittir...

25 Ekim 2007 Perşembe

Dayanamıyorum...

Verin beni mahkemelere,
Sürün DGM'ye...
Atın hapislere...
Ama artık dayanamıyorum.
Yolsuzluğu görmezden geliyorum...
Soyguncuları tanımamazlıktan geliyorum...
Sustukça susuyorum...
Ülkem abd ve yandaşları karşısında boynu bükük,
Kalleş pkknın yandaşları meclisimde,
Yandaşları ırakta,kafa tutuyorlar...
BOP ise yürürlükte adım adım işlenmekte...
Susuyorum...
Ama dayanamıyorum...
Şehidime bile ağlayamıyorum...
Susun diyorlar,demeyin diyorlar,şehit demeyin diyorlar...
Doğu'dan haber alamaz oluyorum...
Susamıyorum...
Konuşuyorum...
Konuştukça dökülüyor...
Herşeyi tek geçiyorum,
Şehidime ağlayamıyorum...
Onun ardından terörü lanetleyemiyorum...
Ya fişleniyorum,
Ya coplanıyorum...
Susamıyorum...
Bir yandan ağlıyorum...
Bir yandan bağırıyorum...
Artık dayanamıyorum...
Memed'im toprak altında,
Sukunet deniyor,tahriklere gelmeyin deniyor...
Memed'im itin köpeğin elinde...
abd dur sen diyor...
Yırtmak istiyorum...
Üstümü başımı...
Yırtmak istiyorum
Memleketimin üstündeki kara bulutları...
Büyüklerim susun diyor bana,
Dönüp susturmayı bilemiyor itleri...
Hep beni susturuyor...
Hep beni konuşturmuyor...
Ama hep itler konuşuyor...
Uluyorlar duyuyorum ıraktan...
Uykusuz gecelerime kabus gibi çöküyor
Şehit Memed'lerim...
Neredesin diyorlar?
Niye susuyorsun diyorlar?
Artık dayanamıyorum...
Susmuyorum...
Artık konuşacağım...
Memedim için,
Anası için,
Babası için,
Kundaktaki bebesinin sesi olmak için...
Artık dayanamıyorum...

11 Ekim 2007 Perşembe

Erken Gelen Bayram...

Kapı çaldı,gelen çocuklarmış. "İyi bayramlar abiiiii" diyen birbirinden canlı bakan 5çocuk. Biri çok uyanık. Cin gibi maşallah. Hemen atladı elime "Öpiim abi" diyerek. Çokta şirin. Bir de güzel yüzlü bir kız çocuğu vardı. Utangaç. Bir güzel hepsiyle bayramlaştık. Öyle sevmem ben şekerlikten ellerimle alıp vermeyi. Şekerliği uzatırım çocuklara. Yine öyle yaptım. Avuç avuç aldılar. Utangaç kız almadı bir tek öyle. Tek bir tane aldı. "Alsana" dedim "Annem çok alma dedi" dedi. Gülümsedim, "Hadi al bir tane daha" dedim,aldı ve gitti. Bayramda çocuk olmak farklı bir şey.Kapıyı kapatırken aklıma geldi kendi çocukluğumun bayramları. Öyle kapı kapı gezmedim. Hatta hiç gezmedim. Arkadaşlarım hep gezdiler. Ben çok utangaçtım. Halen daha da öyleyim. Gerçi bu yaşta kapıya gitsem alacağım temiz bir sopadır. O da ayrı mevzu. Hep merak ettim nasıl bir duygudur. Ama dedim ya ben çok utangaçtım. İsteyemez,ilk kapıdan zili çalmadan dönerdim. Ama zevkliydi bayram gezmeleri. Biraz toplu,tamam inkar etmiyorum,kilolu olunca pek bir sevilirdim. "Aman da oğlum yesin benim" diyerek önüme konulan şekerlikler,tatlılar;elime tutuşturulan çikolatalar yüzünden her bayram mide fesatı geçirmeye yaklaşırdım. Ama zevkliydi yine de. Oldum olası da bitteri sevmişimdir. Hafif acı olur. Kakaosu boldur. Son zamanlarda yapılan araştırmalara göre günde 100gr yemek gerekirmiş. Ben çocukluğumda önümdeki 30seneye yetecek kadar yemişimdir. Şimdilik gerek yok. Çocukluğuma dair bir anı var ki o en çok sevdiğimdir. Bayramlaşmalar. Özellikle aile ile olanlar. Mendile sarılı paralar. Koşa koşa bakkala gidip sakız almalar. Ki ben sakız almazdım,gider çikolata alırdım yine. Ama zevkliydi. Mendilde kağıt değil,kumaş olurdu. İçinden artık ne çıkarsa;10binde çıkardı,100binde. Ama o zamanlar büyük paraydı. Kırmızı 20bin liralar yeni çıkmıştı. Hey gidi günler. Bir de köyde bayramlaşmalara bayılırım ben. Camiden çıkılır. Köyün büyükleri durur,herkesin elini öpersin. Hani iyi de bazen eli alnına doğru ittirirler ya,o canımı sıkardı. Hep gözlük kullandığımdan sürekli yamulurdu. Bunu farkedince gözlüksüz bayramlaşır oldum. Ama zevkliydi.Zaman geçti yaş büyüdü. Artık elimize para tutuşturan da yok,çikolata tutuşturan da. Bugünlerde ele aldığımız kredi kartı ekstresi oluyor ki bu pek bayram hediyesi gibi olmuyor. Hani çocukları sevindirmek farklı bir duygu ama çocuk olmak hepsinden güzel bir duygu. Bir de ilerleyen teknoloji yok mu? Yeğenim bile 2kat aşağıdan bayramımı kutlamak için gelmiyor da,msnde ya da sms atarak kutlar oldu. Eh bir de uzaklarda belki de hiç tanımadığım ama çok muhabbet ettiğim insanlar da var. Örneğin burası. Kimseyle yüzyüze tanışamadım. Ama çok konuştum telefonla,smsle,msn ile. Eh hal böyle olunca da sanal olarak sanal çikolatalarımdan dağıtıyorum. Almaz mısınız? Yuvarlakların içinde sos var. Koyu renk olanlar bitter,açık renk olanlar sütlü. Lütfen alın. Evdekiler içinde alın. Çekinmeyin lütfen...

Kalem arkası: Şehir dışına çıktığımdan dolayı biraz erken geldi bayram hediyeniz...İdare edersiniz...
Kalem arkası: Resim bana ait değildir...

6 Ekim 2007 Cumartesi

Neden...[Bölüm-1]

Neden neden neden? Bu kadar mı önemli neden? Her nedeninin nedeni neden diyenler haklı mı gerçekte? Merak etmeden de duramıyorum. Neden adım atıyoruz,neden çalışıyoruz,neden annemizden babamızdan dayak yedik küçükken. Her nedenin nedeni neden ise ilk nedenin nedeni neden? Çok mu felsefi oldu bilmiyorum ama meraktan çatlıyorum. Babama soruyorum. Babam her şeyi bilir. Anlatmaya başlıyor nedenin nedenlerini. Anlamıyorum. Tekrar ediyor. Anlamıyorum tekrar ediyor. Kızmaya başlıyor dinlemiyorsun diye. Bir tokat patlıyor yanağımda "Şimdi anladın mı?" diyor. Anladım. O tokatın nedeni öğretme amaçlı diyor. Bu kadar önemli demek nedenler hayatta. Bir şey oluyorsa ardı sıra nedenini de getiriyor. Tıpkı tır kafasının ardında çektiği römork'u gibi. Tren gibi. En önde olgu ardında neden. Nedensiz yaşanabilir mi merak etmeye başlıyorum. Tarih milletlerinde çocuklar doğuyor. Nedeni ya savaşmak için asker,ya da çocuk sevmek için. Bir şekilde doğumun bile bir nedeni var. Ya ölümün. Onunda var tabi ki. Ölüyoruz çünkü ya çok sigara içiyoruz,ya da kırmızı et yiyiyoruz. Bunları yapmayıp ölen yok mu? Var tabi ki. Onların nedenini de bilim açıklıyor,genler düzeyinde. Doğumla ölüm iki mezardır. Birinden çıkar birine yürürsün. Çıkış nedenin bir nedene bağlı,tekrar giriş nedenin bir nedene bağlı ise şunu diyebilir miyiz ki acaba; nedenle doğup nedenle ölüyorsan,hamurunda neden vardır. Deriz tabi ki. Kimileri bunun için şunu derler,herşeye bir açıklaman var. Bazıları buna bahane de der. Gülmeli miyiz acaba bunu diyene. Kendi doğum nedenini,ölüm nedenini,yaşama nedenini,çalışma nedenini,kısaca nedenler arasında sürdürdüğün bir hayatta bahane dediğin şey açıklanmamış neden değil mi? Öyle tabi ki. "Bunu neden yaptın?" sorusuna bilmiyorum yanıtı sadece kandırmaca olmuyor mu? Aslında biliyorsun ama söylemek istemiyorsun. Onun bile bir nedeni var. Uzun lafın kısasını yazıyorum. Sen okudun bunu,bir nedenin vardı,merak ettin. Ne anlattı bu adam. Ben yazdım bunu,bir nedenim vardı,bir şeyleri düşünebil diye. Düşüncenin kapılarından birini aralamak adına. Hani sık yaptığın fesatlık var ya,hani her yaptığımın altında benim nedenimi kabul etmeyerek senin uydurduğun bir neden. Hani onların kapısını aralayabilmek. Hani empati denilen olay. Empatiyle benim nedenlerimi anlayabilmen. Ey güzel sevgilim. Nedenlerimi anlamadan,yaptığım her olayın ardını araman gereksiz. Dürüstlüğümden şüphen mi var sorusuna yok deyip,uydurma nedenler üretebilmen. Fesatlığın. Ey benim düşüncesiz sevgilim. Umarım aralarsın bir kapıyı. Aralarsan düşünce gücüne bir katkıda bulunacaksın. Benim ay yüzlü sevgilim. Bir kez olsun nedenimi kavra. Buna bile sorsan nedenin ne diye. Açıkça söyleyebilirim nedenimin beni anlayabilmen olmasını...



Kalem arkası: Yazı oldukça karışık oldu. Anlamak oldukça zor. Tavsiye edilen doz miktarı,2 bilemedin 3 kez almak. Her dozdan önce iyice düşünmek...

2 Ekim 2007 Salı

Sevgilim...


Geceler mi karanlıktı yoksa insanların içleri mi?Hayat bir fotoroman değil ki resimlere bakarak yaşayasın...

Yalnızlık;rıhtımda mavi gözlü çocuk olabilmek yeri geldiğinde tek başına suya atarken taşları... Ve sen benim ay yüzlü sevgilim. Taşlarımı atarken rıhtımdan suya,aydınlatıyor karanlık gecemin karanlık sularını sevgili yüzün. İnce saçlım,narin tenli sevgilim benim. Sen Cumhuriyet kadar eşsiz,vatan toprağım kadar paylaşılamaz olanımsın. Bir tanem benim. Portakal kokulu sevgilim benim. İlkbahar yağmuruyla ıslanan toprağım,bereketim benim. Ve sen kadınım. En güzel çiçeklerden bal toplayan arım benim. Bugün,sil gözyaşlarını ve gecenin karanlığında dinle şehrini. İsli puslu şehrini dinle. Fısıldasın ismimi kulaklarına. Narçiçeği kadar güzel sevgilim...