29 Ocak 2008 Salı

Biliyor musunuz?

Zaman geçti çok şeyin üzerinden. Ve çok yıpranmış sayfalarımız oldu hayat defterinde. Ve o beyaz sayfalara,ki onlar sarıydı ilk okulun endişesiz sıralarında,çok kir döküldü. Hayatın pası,hayatın kiri dedik,onlar döküldü beyaz sayfalara. Her açılan yeni sayfada. Kısacası hayat defterinin bir miktar sayfası kirlendi... Üzülünecek bir boyutta mıdır,kişiye göre değişir denildi...
Ama biliyor musunuz o kadar karanlığın içinde bir gün doğdu. Bir gün ki,karşılıksız beklemeden.O sadece doğdu ama o bunun farkına varmadı. O sadece kendi oldu,her zaman ki haliyle doğdu. Belki de huyu,belkide dünyaya bakışıydı doğumu sağlayan. O tüm karalıkların arasında neden olacak kadar parlak,neden olacak kadar umut dolu. İşte ilk o zaman gördüm bu karanlığın arasında bu kadar umudu. Kırılmaz bir umut. Evet denedim,hemde en kötü ruh halimle,kanserli ruhumla denedim. Ama kırılmadı. Ben denedim,o parladı,ben denedikçe o bir fazla gözlerimi yaktı... En sonunda vazgeçtim. Zira kolay vazgeçenler sınıfında yüksek ortalamalı inek öğrenciydim...
Hiç bir şeyi karşılık beklemeden bu devirde yapan mı olur? Mutlaka beklediği bir şey olur,diyenleriniz vardır içinizde. Hakkınız vardır,ancak tanımamış olduğunuzdandır. İnsanlığın ölmediği,o ilk okul sıralarının endişesiz,art niyetsiz sıralarının korunduğu bir eski fotoğraf gibi...
Saçmala bakalım dedi içimdeki o hiç susmasını bilmeyen ses. Birden dedi içimdeki ses,acaba yanılıyor muyum,yanılıyor da seni mi yanıltıyorum. Sonra usuldan dedi;aman yanılayım. Bu sefer yanılan ben olayım. Zira hiç yanılmamıştı şimdiye kadar. Sen dedi,hedefini en ulaşılmaz zirveye koy. Ulaşama reel dünyada ama uğruna savaş ver. İşte o zaman bu kirlenmişlikten arınırsın belki de. Belki de arınma bir kenara,insanlığı öğrenirsin. Gerçekten var olan bir şey için emek sarfetmeyi yeniden hatırlarsın...
Hakkı vardı içimdeki sesin. Hakkı vardı yerden göğe kadar. Dediğini ilk defa,ilk seferde dinledim. Ama biliyor musunuz hiç pişman olmadım. Evet hedef ulaşılmaz ama yükselebildiğim,varabildiğim kadar yükseklik iyi değil mi? Yetmez mi?
Teşekkür yetmez dedi içimdeki ses. Biliyorsun dedi bana;o bilmeden de olsa seni çok karanlıktan kurtardı dedi. O bilmesede. O;olduğu gibi davrandı sana dedi.Teşekkür yetmez dedi...
Belki o düşünmedi ama ben pek çok şey düşündüm. Eksiktim. Tamamlanamayacak kadar. Kirlenmişlik son sürat zaten. Ama sayesinde temizlendim vakit geçtikçe. İşte şimdi mutluyum...
Mühim olan bu ya dedi içimdeki ses. O farkında olmasa da sana kimsenin yapmadığı iyiliği yaptı dedi. Seni mutlu kıldı hemde karşılıksız dedi. Zaten ne kötülüğünü gördün ki dedi. Seni kendine getirebilecek kadar güçlü dedi. Düştüğün zamanlarda bile sana farkında olmadan çok büyük iyiliği dokundu dedi...
Haklıydı hem de çok haklıydı. O en karanlık dünyamda,o damarımı kesmeye kalktığım anlarda bile bir tek sözü yetmişti. O da "nbr" idi. O geceye dair en net hatıram o mesajdı.


Teşekkürü bir borç bilsemde,ödeyemeyeceğimi bildiğim bir teşekkürdür. Hiç bir zaman anlatamayacağım iyilikleriyle,ki hiçbirini farkında olarak yaptığına da inanmadığım;çünkü olduğu gibi davranandır,hayatıma güneşin o engin maviliğini gün yüzüne çıkaran ışığı gibi doğduğudur esas anlatılmak istenen. O ki;Nemrut'un güzelidir. O ki Tanrıların dağının kızıdır. Gerisinde ne kadar yazsam da,ne kadar anlatsam da boştur. Kıldan ince bir boyun,hedef zirve olandır....

Kalem arkası: Belki bu Nemrut'un Güzeli hikayesini yüzlerce kere editlemişimdir. Ama hiç biri bu kadar içten olamamıştır. Saygı ve sevgilimle. Sağol ve iyi ki......
Kalem arkası gerçek: Çok gariptir ki O'na ne yalanım oldu,ne yalakalığım ne de gizlim. Herşey gerçek,bazen kelimelerim yanlış anlaşılsa dahi. Onlarda kırmamak adına saklanmaya çalışılmışlardır. Ama kötülüğe değil,her zaman en güzel ve en iyi olana... Bazen öyle anlaşılmasa dahi...

20 Ocak 2008 Pazar

Moromu...

Hava soğuk. Dallardaki kuşlar üşür. Toprak üşür. Çakmak çakmaz soğuktan. Hava soğuk. Elleri üşütür. Bir cigara yanar dünyanın kederine. Bir nefes dolar soğuk havayla zehri çeker cigerler içlerine. Eller üşür. Kar başlar hafiften. Soğuk yetmezmiş gibisine. Duman dalga dalga dalgalanır havada. Gözleri balkondan izler şehrin üzerine yağan karları. Soğuğu. Karanlığı. Dalar gider kül düşer ak yüzlü kar tanelerinin yerde birleşmiş yığıntısına. Erirler. Ama birlikten kuvvet doğar. Dondururlar külü. Külde artık onlardan. Yağan kar gri yüze çalar rengini. Bir dem vurur hayata bir keder çalar uzaklardan. Gözleri geliverir karanlık şehre aydınlık niyetine. Karanlıkta parlar ona bakışı. Ne de güzel bakardı der. Durgun belki,saklı geçmişi belki de. Belki de hüznü. Nefes ardı nefes doldurur ciğerlerine soğuk şehirdeki zehrini. Elleri donar.
Yüreği yanar. Elleri donar. Aynalarda kırık yüzü. Kederli. Gülen. Ağlayan. Duyguları karma karışık. Uzun zaman oldu duyguları donmadı. Bu şehir dondu. Donmayan yüreği oldu. Tanrım bu bir nimet mi yoksa bir ceza mı? Aynada kırık yüzü... Sigarası yaktı donuk ellerini. Çakan çakmak tekrar ikinci seferde yandı. Hava soğuk dondu ateş. Yağan kar mı yoksa hüzün mü? Bu şehri bu kadar karanlık ne yapabilirdi? Tanrım cevap ver. Alan da veren de sensin. Aydınlıklar senin eserin karanlıklar. Güldü düşüncelerine. Cevapmış dedi içinin en ücra köşesinden. Peh! O bizi çoktan unuttu...
Lapa lapa yağdı kar. Hafif bir hışırtı. İçeriden bir müzik sesi. "Moromu..." Bilmese de Yunanca severdi bu dili. Tek bildiği Moromu bebeğim demekti. Bir de nakaratını biliyordu. Cigarasına su düştü. Garipsedi çünkü kuytu köşedeydi. Kar da gelmezdi yağmur da. Aynada kırık yüzü. Gözlerinden damla yaşlar süzülüyordu. Sigarası son deminde. Bir nefes daha çekti içine zehirden... Hayat dedi sessizce... Müzik devam etti... Birisi bitti diğeri çaldı...

Special thanks for photo;
Photographer: Soalone

Photo name: Bekleyiş
Photo edited by Nightologist

19 Ocak 2008 Cumartesi

1.5 Liralık Çay...


İstanbul'a gün batıyordu. Ve o günün batışını bir çift göz seyreyliyordu. İçinden geçirdi; "Ne güzel martılar yarıyor kanatlarıyla havayı ve uçuyorlar bir mavilikten bir maviliğe." Çaycı başında dikilmişti yine,"Koy bakalım" dedi "Demli olsun bu sefer" İnce belli bardağının beline vura vura karıştırdı attığı o eriyemeyen şekeri. Usturuplu bir yudum aldı çayı az karbonatı bol çayından. Bitmek üzere olan cigara paketinden bir tane daha dal çekti. Ve bir nefes doldurdu boğazın o kızılboyalı manzarasına. Bir vapur yararak gidiyordu denizi. Vapurda insanlar. Evine gitme telaşında. O sırada aklına düştü o sabahtan beri sormadığı soru; "Ben nereye gideceğim şimdi?" Uzun zaman olmuştu bir sırt çantasına koyduğu eşyalarla yola koyulalı. Gidecek yeri vardı var olmasına karşı ama orası şu anda kilometrelerce uzaktaydı. Bir sevdalıktı düşmüştü yollara. Düşmüştü ama bu şehrin,bu yedi tepeli şehrin büyüsü adeta buraya çakmıştı. Yedi tepeli şehrin yedi tepesine birden yedi umut gömmüştü hiç farkında olmadan. İçinden geçirdi; "Ahmet'i aramalı" diye çıkardı telefonu ve hemen buldu Ahmet'i... Cebinden "Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor" dedi soğuk bir bayan sesi. Tekrar düşündü. "Kimi aramalı" diye. Aklına askerlik arkadaşı geldi; "Evet" dedi içinden,"O da beni kabul etmezse kim edecek? Kim kurtardı onu yüzbaşının elinden? Hem kan kardeşim de değil mi?" dedi. Askerlikte güneydoğuda teröristlere karşı savaşırken yaralanmıştı da kan vermişti kan kardeşine. Hemen çevirdi numarasını. Çaldı çaldı ama açan olmadı. Tekrar aradı belki duymamıştır diye. Yine aynı. Çaldı açanın olmadığı o telefon. Çaycı yine yanında belirmişti. "Abey çay verem mi" diyen o güzel sonradan öğrenilme Türkçesi ile. "Yok, sağ ol. Sen bir hesabı getiriver sana zahmet" dedi. Çaycı gitti çok geçmeden geri geldi. "Abey 3çay 1.5lira"dedi. 2lirayı verdi ve motoruna doğru yürüdü.

Martılar göğü yarıyordu kanatlarıyla. Vapur yarıyordu içindeki insanlarla denizi... Bir motor çalıştı. Ve uzaklara doğru kilometreleri yararak uzaklaştı.




Special thanks for photo;
Photographer: Faruk

15 Ocak 2008 Salı

Kar...

Yine kar yağmış. Yine hava buz gibi. Lanet okuyor içinden sessizce. Camda nefesinin buğusu donuyor. Kalorifer peteğinin ısısında yarı uykulu gözlerle bakıyor şehre. Uzaktan bir ambulans geçiyor. Belki de polis otosu. Bir türlü seçemiyor. Yanıp sönen ışığı donuyor. Nefesinin buğusu donuyor camın önünde. Arkasında yatıyor çıplak bir kadın bedeni. Tam yanında ki komidinde duruyor geceden kalma sigara paketi. Ve dolmaya yüz tutmuş kül tablası. Üst üste yakmış yine sigarasını. Uzanıyor o çıplak bedenin üzerinden ona dokunmadan sigarasına ve sigarasının ortağı kül tablasına. Yine camın önünde dikeliyor. Kibritini çakıyor. Kibrit donuyor. Sigarasından bir nefeste dolduruyor kibritin ateşini. Önce söner gibi olup ardından bir alev tufanı gibi sarıyor sigarasının ucunu. Ciğerlerine dolduruyor gümüş gri dumanı. Dalıyor uzaklardaki ambulans benzeri polis otosuna gözleri. Polis otosu benzeri ambulansa. Lapa lapa kar yağıyor. Kombisi yeniden çalışıyor. Ateşliyor o da ciğerine doldurduğu gazı. Yatağın ayak ucundan geçiyor sessizce. Yataktaki beden kıpırdanıyor azıcık. Uyandırdığını sanıyor. Beden dönüyor sağdan sola. İçeriye geçiyor. Daktilosunda yazmaktan sıkıldığı bir yazı. Daktilonun önünde bir cam. Dışarda lapa lapa kar yağmakta. Daktilo donuyor. Masa lambasını açıyor. Karanlığa bir nebze ışık olsun diye. Işık soğuktan titriyor. Neler yazdığına bakıyor. Göz gezdiriyor neler anlattığına. Zamanı az kalmış. Ama sayfası çok kalmış. Işıkta titriyor. Isınıncaya kadar titrer artık diyor içinden. İçinde ölüm karanlığı. Aydınlatmaya güneşin yetmediği...
Dışarda lapa lapa kar yağıyor. Şehir sessiz. Sehir suskun. Camda nefesinin buğusu donuyor. Yatakta çıplak bir beden. Işık titriyor,odayı aydınlatan ışık. İçinde ölüm karanlığı...

13 Ocak 2008 Pazar

Ölümü Öldürmek Gerekir...

Ölmek dünyanın en tuhaf olayıdır bana göre. Ne kadar doğum kadar doğal bir şey olsa da zor olandır. Ama biraz daha gariptir. Doğumda yaşam vardır,hayat vardır,umut vardır. Ama ölüm tüm bunların zıttıdır. Ölüm yokluktur,yalnızlıktır,kederdir...
Beklenen ölümler vardır,beklenmeyen ölümlerin yanında. Ani bir trafik kazasında olan ölüm beklenemez ama ağır bir hastalıktaölüm beklenir. İşte öyle bir hikayeden bahsedeceğim. Beklenen ama yine de hazmı zor olan...
Bugün halamı kaybettim. Ruhu şâd olsun. Tüm o hastahane tüm o mezarlıkta gözüme bazı şeyler çarptı. Son kez gördüğümde belki aldığım lanet eğitimden kaynaklı pek üzülmedim. Buna sevgisizlik denmez,biraz aldığım eğitimin bu işi doğal karşılatmasıdır belki de. Üzüldüğüm ablam dediğimdi. Üzüldüm,uğraşılarına,üzüldüm ağlamasına. Ölen ölmüştür,o bizden çok farklı güzel bir hayata geçmiştir. Öteki halalarımın ağlamalarına üzüldüm. Anamın ağlamasına üzüldüm. Ölen ölüyor,kalan kalıyor denir ya işte öyle bir şey. Ama rahmetli halamın adına sevindim. Evine çok girip çıkmama rağmen hiç görmediğim insanlar oradaydılar. İçimden vay be dedim. Ne çok seveni varmış dedim. Sevindim,çünkü sevenleri oradaydı. O da belki yukarıdan izlemiştir tüm bunları. Belki o da gülümsemiştir o gülümsemesiyle...
Dedim ya en çok ablama üzüldüm. Onun uğraşısı çok idi. Artı bende yeri farklıydı. Bundan 3sene önce babamın by-pass ameliyatıyla Ankara'dan kalkıp geldiğimde beni hastahane önünde karşılayan ablamdı. Bana desteğini hiç unutmadım,unutmayacağım da... Bu yüzden yeri çok farklıdır. Keza tüm bu hastalıklardan önce de birbirimizin sırlarını saklamışızdır,birbirimize öğütler vermişizdir... O yüzdendir...

Ölümü öldürmek gerekir. Gerekir ki,ununu eleyip eleğini asmaya hazırlananlar şöyle rahatça bir nefes alsın şu hayat denen zımbırtıda...

Kalem arkası: Derler ki; Allah sevdiği kulunu yanına hemen alırmış...

1 Ocak 2008 Salı

İki Çift Sıfır Sekiz...

Sonunda bitti 2007. Oh çok şükür. Ben bu yazıyı yazarken dışarıda curcuna... Hava fişekler... vs.ler. Valla kimse kusura bakmasın benim için 2007 bitmedi,bitirdi... Sonunda kendisi de bitti ya işte buna çok seviniyorum. Arkaya dönüp koca bir yıla baktığımda az buz vadire atlatmamışım. İşte bu yüzden insanların çoğu gibi 2008'in gelişini kutlamıyor yerine 2007'nin bitişini kutluyorum...
Yorucu bir sene daha arkada kaldı. Bitti,bitirdi. Çok zaman hüzün dolu,az biraz neşe doluydu. Ama bitti sonunda. Ne yalan söyleyeyim hani demişler ya atalarımız, "Cuma'nın gelişi Perşembe'den bellidir" diye. Sanırım 2008 de benim için öyle gibi. Son bir kaç ayda yaşadıklarım 2008'in müjdecisi gibiydi. Öyle olmasını da umuyorum...
Ama geçen yılda hiç bir günümden pişman da değilim. Elimden geldiğince,şartların getirileriyle olabilecek en iyi seçimleri yaptığıma inanıyorum. Belki yanlış,belki doğru ama herşeyden de önemlisi kendi seçimlerimdi. Ceremesini de,meyvelerini de kendimin topladığı...
Siz saygılı ve sevgili göz yoran müşterilerim. 2007'de olduğu gibi 2008'de de müşteri velinimetimizdir esasını burada koruyacağım...:) Burası işin esprili yanı... Ciddi kısmı ise 2008'inizi kutlamayacağım baştan söyleyeyim. Zira kimsenin de kutlamıyorum son bir kaç yıldır... 2007 için geçmiş olsun hepinize... Hepimize... Ama 2008 için tek temennim vardır,seçimleriniz de özgür olmanız. Yanlış ya da doğru. Asıl olan sizin seçiminiz olması. Çünkü bir insan özgür olabildiği ve özgürce karar verebildiği ölçüde yaşar...

Kalem arkası: Mutluluk,başarı,sağlık vs. Bunları söylemiyorum. Zira benden önce herkes demiştir benimkisi eksik kalsın...