30 Mart 2008 Pazar

Tamet Dosce!


Kendini bil der latince'de bu anlam. Kendini bil! Kendini bilmezsen nasıl yaşayabilirsin? Nasıl ağlarsın? Nasıl mutlu olursun? Ve nasıl seversin? Kendini bilmediğin sürece kimin seni anlamasını bekleyebilirsin? Kimin seni sevmesini bekleyebilirsin? Buna hakkın mı var? Sen kendini bilmezsen başkaları seni nasıl anlayabilir? Nasıl sevebilirler? Söylesene...
Kendimi bilirim daima. Haddimi,hududumu,imkanlarımı,imkansızlıklarımı. Severim doluca,özgürce... Severim umarsızca... Hesapsızca,düşünmeden...
Ya sen sevdiğim insan? Kendini bildin mi? Kendini hiç bilebildin mi? Sevmeyi bilebildin mi? Ya da sevilmeyi... Değer verilebilen bir insan olmayı bilebildin mi? Üzgünüm sevdiğim,sen bunların hiç birini bilemedin...
Bu ne bir isyan,ne bir karalama... Hep söyledim. Hiç çekinmedim. Ne bunları söylerken çekindim yüzüne... Ne de seni sevdiğimi söylerken. Ben ne pişmanım ne de isyankar... Aslında uzun tutuyorum lafı. Bir an önce ustaya bırakmalı kalemi... Bu yazı,ne senin bıraktığın yaralı kalbimin bir isyanı,ne de sana bir kötüleme... Anlarsın umarım... Anlamazsan da... Hoş hiç anlamadın ya... Ne sevdiğimi,ne de gözümdeki değerini... Ne anlayan oldun ne de bunlara inanan... Gelir geçer dedin kendince... Geldi... Ama geçmesinin uzun süreceği... Ne anladın ne inandın... Ne sevdin... Ama inan sevdiğim; çok sevildin...

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.
Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.
Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası....
Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...
Hayatı ıskalamaya lüksün yok senin...


Kalem arkası: Usta; bilindiği gibi Nazım Hikmet...

25 Mart 2008 Salı

Açık Mektup...

Sevdiğim,sevilmediğim kadın. Kızıl gülüm benim. Senden izler taşıdığım ama hiç izimin olmadığı kızıl gül. Dalında sonsuza dek ötmeyi istediğim gülüm. Bu sana açık mektubumdur. Benden sana birkaç satır. Bendeki sana dair kara sayfalar. Kağıdın yüzünü çizen kara kalemimden sevdana dair alıntılamalar. Hepsi bundan ibaret. Asker mektubu değil köşesi yanık. Sevda mektubu değil kara trene emanet. Sevda ve hüznün harman yeri. Biraz tutsaklık,biraz hüzün. Çokça sevda matemi. Hava karanlık;şehrin ışıklarıyla aydınlanmaya çalışan bir gökyüzü. Yıldızlar kayıplarda. Firari mahkumlar misali. Mektubumun satırları karanlık. Bir sigara daha yanıyor karanlık geceye. Satır aralarının hüznü dumanın gizemine saklanıyor. Yani sevdiğim;kızıl gülüm… Bu mektup;hiç yer bulamadığım kalbine bir isyan. Bir yakarış… Bir yalvarış…
Hüzün hamuruma karılmış. Bahtsız kır çiçekleri misali;ilk baharda açamadan solmuş kır çiçekleri gibi. İlk baharın güneşine özlemle hazırlanıp toprak altında,tohum iken kır çiçeği adını alacakken sarı sonbaharı yaşamak gibi… Hasret yüklü sevda türkülerinin en hüzünlü mısralarına gizli kalan sevdam. Gözlerime işlemiş kederin silinmesini umarken bir satır daha eklemek gibi. Tıpkı kuru yük gemilerine aşırı kuru yük yüklemek gibi. Ben ise gemilerime hüzün yüklüyorum. Sensizlikte geçen her gün bir gemi ayrılıyor bu limandan,yükünü toplamış… Hüznün limanından. Halbuki ben hüznün gemilerini batırmak istiyordum. Karanlık sulara… Hatta ben;bu hüznün limanını mutluluk kayıklarının açıldığı,küçük bir kasaba iskelesi yapmak istiyordum…
Kızıl gülüm… Ümitler sakladım düşlerime. Ellerini düşledim rüyalarımda. Ellerimi tutan ellerine. Bana sarılan kollarını. Karanlık rüyalarımda aydınlık yüzünü sakladım. Bana bakan gözlerini. İçimde ismimin yazıldığı gözlerinle bana bakarken uyandım uykularımdan. Bir sigara daha yattı kül tablasının altına… Saçların sevdamın ismi. Uzun uzun,kıvır kıvır saçların denizin dalgaları misali saçların. Maviliğin dinginliği,maviliğin öfkesi… Ah sevda… Yüreğimin sol yanı yanıyor. Başım dönüyor. Kalbim yavaşlıyor. Tansiyon düşüyor düşüyor… Bayılıyor … Bayılıyorum… Baygınlığımda sayıklıyor birbirine sarılmış iki titrek dudak ismini. Sevdanı. Sevdamı. Nazım geliyor aklıma. Baygın haldeki aklıma. “Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte/Yani yürekte…” Ansızın uyanıyorum. Yine aynı hayatın bir yanının eksik olduğu haline. Anımsıyorum yeniden. Seni ve sana dair olan her şeyi…
Bir eli tutmak bu kadar mı zor diyorum. Daha önce tutulmuşken. Sarılmak beline. İnceden az kalın beline. Kokun sinmiş burnuma. Burnumda hasretliğinin kokusu. Her nefeste içime doldurduğum. Özlemin altında ezim… Ezim ezim… Ezilen yüreğim…Şimdi paramparça.
Hayallerimi anlatamama sevdiğim sana. Onlar yaşanılınca güzel olacak şeyler. O kadar büyük şeyler de değiller. Ama güzel şeyler. Anlatamam bir de sana olan sevdamı ve onun büyüklüğünü. Tüm bunlar anlatılınca yavan kalacak şeyler. İnanılması güç,yaşanılması mümkün olan şeyler…
Vakit geçer hemde tez geçer. Yüreğinde silinmiş hatta yazılmamış olanlarlar unutulur. Unutulan adının üstüne yenileri yazıları. Unutulan adımın üstüne yenileri. Yeni bir adı yükler;öznesi olmayan kelimelere. Kelimeler çığlık çığlığa. Kelimeler karanlığa gömülürler. Sevdanın türküsü gibi.
Ardından aklıma gelir. Hani yükseklik 50m. Denizden yukarı ya da denizden aşağı. Uçurum,uçurumun kıyısında bir ben. Elimde yüreğim. İçi dışı sevda yüklü. Bir neden söyle onu aşağıya bırakmamak için… Sigaramın sonu. Ellerimin arasından kayıp giden yüreğim… Denize doğru… Ardından beni de sürükler… Denize doğru… Yüreğim parça parça. Bedenim parça parça. Sensizlikte parça parça…
Üzgünüm. Seni bırakıp gidecek kadar cesur da değilim,kalacak kadar yüzsüz de… Gidekalıyorum. Ne gidebiliyor ne kalabiliyorum… Parça parça oluyorum… Ölüyorum…


Kalem arkası: Hikaye farklı bitiyordu. Son paragraftan itibaren silinip son paragraf yazıldı...

4 Mart 2008 Salı

Sol Yanım...

Gece yine ansızın bastırdı karanlığı. Ansızın hüznünü serdi üzerime ağır bir yorgan misali. Altında boğuldum. Kaldırıp atamadım o yorganı. Bu gece çok hızlı geldi. Engel olamadım. Gardıma vurdu,gardım bin parça... Sol yanım bin parça oldu. Dağıldı gecenin karanlığına. Ve havalandı,gökyüzüne yerleşti yıldızdan sol yanım. Onlar şimdi uzak. Onlar şimdi ulaşılmaz. O şimdi uzak...
Hüznün gecesi bu gece. Bu gece uzun bu gece yorgun. Çok yorgunum,uyumak istiyorum. Teypte Ahmet Kaya söylüyor,"Kum gibi..." Kum gibiyim. Taştım,kum oldu. Dalgalar aldı uzaklara götürdü sol yanımı... Sol yanım acıyor,sol yanım kanıyor. Ahh sol yanım... Bu acı neden?
Sessizliğe vuruyorum yine hüznümü. Hüznümün sesi çıkmıyor. Hüznümün gözlerinde yaş düellosu. Kavgaya tutuşmuşlar. En çok hangimiz dökeriz göz yaşlarını diye. Gözlerim sessiz. Kavgalarını izliyor. Yaş süzülüyor gözlerimden yere doğru. Çarpıyor.Bin parça göz yaşı. Bin parça sol yanım. Ahh;çok acıyor... Gözlerimden uyku akıyor. Uyumam lazım. Ama gece uzun,gece kasvetli...
Yorgan ağır. Hüznün yorganı. Yine hüzün kaldı bana ha sol yanım? Ağlama,cevap ver bana. Senden cevap bekliyorum sol yanım. Konuş,susma,ağlama. Zaten ağlıyor gözlerim. Bari sen ağlama. Parmaklarımdan yine dökülüyor bak kelimeler. Konuş be sol yanım konuş! Sen de susma...
Teypte değişti müzik. Söylüyor yine aynı ses; "Oysa ben bu gece sana bir sırrımı söyleyecektim". Söyleyemedim. Söyledim kâr etmedi. Sustum içim içimi yedi. Gitme diyemedim,gitmek istiyordu. Sözüm vardı,gitmek istersen engel olmam diye. Engel olmak istedim. Sol yanım bağırdı,isyan etti. Durdur dedi,söz verdim dedim. O bağırdı. Bağırdıkça içimdeki gülen çocuk ağladı. Sol yanım daha da bağırdı. En sonunda bin parça... Toplayamadım. İçimdeki o çocuk o küçük elleriyle o parçaları toplamaya çalıştı. Gözlerindeki yaşlarla. En sonunda o da bıraktı toplamayı. Sadece 5parçayı topladı o küçük ellerine o kadarı sığmıştı çünkü. Hepsini toplamak istedi. Toplayıp tekrar birleştirmek istedi. Yapamadı. O küçük elleri yetmedi...
Sol yanım. Ahh sol yanım,çok acıyor. İçimde kalan bin parça sol yanım,bir küçük çocuk. Ağlıyor. Mutluluğunun gözlerinde okuduğum o çocuğun gözlerinde artık sadece yaş var. Elinde 5parça sol yanımdan. Çevresinde bin parça sol yanım.

Kalem arkası: Sol yanım çok acıyor...

1 Mart 2008 Cumartesi

Bilirim...

Okursun bilirim...
İlk isin olmasa da bakmadan geçemezsin...
Acaba dersin var mı ilgili bir şeyler...
Bugün sana bırakıyorum bir mesaj... Sen anlarsın...

Yazılar yazılır kara kapsız defterin ak sayfalarına...
Yazılar yazılır şizofrenik nöbetlerde duvarlara...
Paranoyak ataklar gizlenir kelime aralarına...
Geçmişe dair...
Geçmişteki sana dair...
Sıralanır her bir kelime bir öncekinin hasretiyle...
Bir sonrakinin özlemiyle...
Söyle gül yüzlü sevgili...
Söyle...
Bir şey söyle...
Bir kelimene bir ömür az bile...
Sen söyle...
Ben hayatımın mürekkebinden dökerim sana kelimeleri...
Sen
Sen yeter ki söyle sevgili...


Kalem arkası: Sevgili;birlikte olunan kişi değil,sevilen kişi anlamında kullanılmıştır