25 Mart 2008 Salı

Açık Mektup...

Sevdiğim,sevilmediğim kadın. Kızıl gülüm benim. Senden izler taşıdığım ama hiç izimin olmadığı kızıl gül. Dalında sonsuza dek ötmeyi istediğim gülüm. Bu sana açık mektubumdur. Benden sana birkaç satır. Bendeki sana dair kara sayfalar. Kağıdın yüzünü çizen kara kalemimden sevdana dair alıntılamalar. Hepsi bundan ibaret. Asker mektubu değil köşesi yanık. Sevda mektubu değil kara trene emanet. Sevda ve hüznün harman yeri. Biraz tutsaklık,biraz hüzün. Çokça sevda matemi. Hava karanlık;şehrin ışıklarıyla aydınlanmaya çalışan bir gökyüzü. Yıldızlar kayıplarda. Firari mahkumlar misali. Mektubumun satırları karanlık. Bir sigara daha yanıyor karanlık geceye. Satır aralarının hüznü dumanın gizemine saklanıyor. Yani sevdiğim;kızıl gülüm… Bu mektup;hiç yer bulamadığım kalbine bir isyan. Bir yakarış… Bir yalvarış…
Hüzün hamuruma karılmış. Bahtsız kır çiçekleri misali;ilk baharda açamadan solmuş kır çiçekleri gibi. İlk baharın güneşine özlemle hazırlanıp toprak altında,tohum iken kır çiçeği adını alacakken sarı sonbaharı yaşamak gibi… Hasret yüklü sevda türkülerinin en hüzünlü mısralarına gizli kalan sevdam. Gözlerime işlemiş kederin silinmesini umarken bir satır daha eklemek gibi. Tıpkı kuru yük gemilerine aşırı kuru yük yüklemek gibi. Ben ise gemilerime hüzün yüklüyorum. Sensizlikte geçen her gün bir gemi ayrılıyor bu limandan,yükünü toplamış… Hüznün limanından. Halbuki ben hüznün gemilerini batırmak istiyordum. Karanlık sulara… Hatta ben;bu hüznün limanını mutluluk kayıklarının açıldığı,küçük bir kasaba iskelesi yapmak istiyordum…
Kızıl gülüm… Ümitler sakladım düşlerime. Ellerini düşledim rüyalarımda. Ellerimi tutan ellerine. Bana sarılan kollarını. Karanlık rüyalarımda aydınlık yüzünü sakladım. Bana bakan gözlerini. İçimde ismimin yazıldığı gözlerinle bana bakarken uyandım uykularımdan. Bir sigara daha yattı kül tablasının altına… Saçların sevdamın ismi. Uzun uzun,kıvır kıvır saçların denizin dalgaları misali saçların. Maviliğin dinginliği,maviliğin öfkesi… Ah sevda… Yüreğimin sol yanı yanıyor. Başım dönüyor. Kalbim yavaşlıyor. Tansiyon düşüyor düşüyor… Bayılıyor … Bayılıyorum… Baygınlığımda sayıklıyor birbirine sarılmış iki titrek dudak ismini. Sevdanı. Sevdamı. Nazım geliyor aklıma. Baygın haldeki aklıma. “Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte/Yani yürekte…” Ansızın uyanıyorum. Yine aynı hayatın bir yanının eksik olduğu haline. Anımsıyorum yeniden. Seni ve sana dair olan her şeyi…
Bir eli tutmak bu kadar mı zor diyorum. Daha önce tutulmuşken. Sarılmak beline. İnceden az kalın beline. Kokun sinmiş burnuma. Burnumda hasretliğinin kokusu. Her nefeste içime doldurduğum. Özlemin altında ezim… Ezim ezim… Ezilen yüreğim…Şimdi paramparça.
Hayallerimi anlatamama sevdiğim sana. Onlar yaşanılınca güzel olacak şeyler. O kadar büyük şeyler de değiller. Ama güzel şeyler. Anlatamam bir de sana olan sevdamı ve onun büyüklüğünü. Tüm bunlar anlatılınca yavan kalacak şeyler. İnanılması güç,yaşanılması mümkün olan şeyler…
Vakit geçer hemde tez geçer. Yüreğinde silinmiş hatta yazılmamış olanlarlar unutulur. Unutulan adının üstüne yenileri yazıları. Unutulan adımın üstüne yenileri. Yeni bir adı yükler;öznesi olmayan kelimelere. Kelimeler çığlık çığlığa. Kelimeler karanlığa gömülürler. Sevdanın türküsü gibi.
Ardından aklıma gelir. Hani yükseklik 50m. Denizden yukarı ya da denizden aşağı. Uçurum,uçurumun kıyısında bir ben. Elimde yüreğim. İçi dışı sevda yüklü. Bir neden söyle onu aşağıya bırakmamak için… Sigaramın sonu. Ellerimin arasından kayıp giden yüreğim… Denize doğru… Ardından beni de sürükler… Denize doğru… Yüreğim parça parça. Bedenim parça parça. Sensizlikte parça parça…
Üzgünüm. Seni bırakıp gidecek kadar cesur da değilim,kalacak kadar yüzsüz de… Gidekalıyorum. Ne gidebiliyor ne kalabiliyorum… Parça parça oluyorum… Ölüyorum…


Kalem arkası: Hikaye farklı bitiyordu. Son paragraftan itibaren silinip son paragraf yazıldı...