22 Eylül 2007 Cumartesi

Sadece...

Hani bazen bir ton laf ebeliği yapılır. Ama anlatılan aslında tek bir kelimeyle anlatılabilir. Hani bazen tek bir cümle yeter her şeye. Fotoğrafa da benzemez. Tek bir şey söylersin. Her şey biter. Tek bir şey söylersin kırılmamış ne varsa kırılır... Saatlerce anlatırsın anlamaz da tek bir şey söylersin. O anda kafasına dank eder insanın. Ya da her şeyi tekrar yaparsın. Tek bir cümle her şeyi unutturabilir de. Anlat Hasankeyf'i hadi. Sayfalara sığar mı? Anlatabilir misin her yönünü? Anlatamazsın. Ama çık Hasankeyf'in en yüksek noktasına gün batımında yakala bir kare poz ile Hasankeyf'in nadideliğini. İşte o olsun senin tek cümlen. Her şeyi anlatan...
Ve sıra benim şimdi. Tek bir cümle. Tek bir kelime. Her şeyi anlatacak sana. İyi oku ama. Bu benim sana hediye olarak çektiğim bir kare pozum olsun. Cüzdanında sakla...

Sadece acıyorum;sadece...

Kalem arkası: Resmi göremiyor musunuz? Aslında resim orada. Ama sadece hiçliği simgelediği için göremiyorsunuz... Yine yazının en başında...

19 Eylül 2007 Çarşamba

Hayatı Dondurabilmek...

Hayatı dondurabilmek. Hiç akmıyormuşcasına. O anda kalabilmek mümkün mü? Hani o en mutlu anda kalabilmek. Ya da hızlandırabilmek hayatı. O kötü günleri bir anda geride bırakabilmek mümkün mü? Kısmen. Kısmen kalınabilir. Fotoğraf makinelerini düşünün. O en mutlu anları yakalayan makinelerdir onlar. O anı dondurabilirler. Hani sizin yapamadığınız şeyi yaparlar. Size yardımcı olurlar. O anı dondurabilirler ve siz istediğinizde o ana dönebilirsiniz... En azından anılarınız yardımıyla...
Beyin de bir fotoğraf makinesidir. Kişiliğinize göre çeker fotoğrafları. Aslında herşeyin fotoğrafını alır. Saklar. En kötüsü de asla silmez. Hatırlamak istemediğiniz şeyleri sürekli hatırlarsınız. Hani üstüne gidince olmaz ya. O da öyle. Saklar silmez. Sürekli hatırlatır. Sizi geçmişinizle yaşamaya zorunlu bırakır bazen. Gözlerinizden yaşlar süzer yeri gelir.
Hayata ara vermek. Aslında zamanı durdurmaktır. Kendinize göre. Hayat her zaman devam eder. Ama acıların silinmesi için gerekli olan zamanı çoğaltırsınız bu sayede. Yaralarınız sarılır. Ama sarıldıkça bir fazla kanarlar. Sargı bezinden yere damlar kan damlaları. Ağlarsınız,çığlık atarsınız. Bunalırsınız,susarsınız. Kendinize gelirsiniz en sonunda...


Kalem arkası: Kendime gelmek adına,hayatıma kısa bir süre ara veriyorum...

15 Eylül 2007 Cumartesi

Haykırış...



Haykır,bağır da duyulur mu bari sesin?Yalnız odanda bağırsan kime ne?Duymazlar ki sesini.Kısılır sesin.Sende sessizliğe gömülürsün.Direnmek boşa mı?Direncin kırıldığında.Sevdiğinde,sevildiğinde.Onlar da bittiğinde.Çare olur mu yakarışlar?Göz yaşları,yalvarışlar.Gidenin ardından dökülen göz yaşları geri getirir mi gideni?Haykırışlarını duyar mı giden?Duymaz.Neden o zaman bu kadar direniyorsun?Bu kadar haykırıyorsun?Ya döktüğün göz yaşları?Çığlıkların?Hepsi boşa değil mi?
Duyulur mu sesin boşlukta?Yankılanır mı haykırışların sonsuzlukta?Yıpratma kendini boşuna...
Hiç bir zaman duyulmadı çığlıklarım.Her ne kadar sesim çıkmasa da yüreğimden kopan parçaların sesi yankılandı içimin dört duvarında.Göz yaşlarını döktü içimdeki ufak tefek çocuklar.Her ağladıklarında bir tanesi eksildi.Herşeyden önceydi.Bir avuç dolusu çocuklarım vardı.Şimdilerde 2elin parmaklarını geçmiyor sayıları.Ama büyüdüler.Belki de ağlayarak büyümeleri gerekliydi.Belki de bu yüzden ağladılar sürekli.Şimdi daha güçlüler belki de.
Onların çığlıkları içimdeki dört duvara çarptıkça titredi bedenim.Onlar ağladıkça yaşlar süzüldü gözlerimden.Onlar haykırdıkça ben haykırdım.Belki sessiz.Onlar titretti bedenimi.Onlar haykırttı sessizce beni.Onlar ağladığı için döküldü yaşlar gözlerimden.Ben asla ağlamadım.Onlar ağladığı içindi o yaşlar...

14 Eylül 2007 Cuma

Almost Done...

Bir sigara bir sigara daha.Aslında bırakmalı bu meleti.Öksürtüyor,tıksırtıyor.Söylenenlere göre kanser de yapıyormuş.Söyleyenlerin yalancısıyım.Akciğer kanseri diyorlar.Valla ciğerlerim temiz hissedebiliyorum.Bir de şu öksürük olmasa.Sigara akciğer kanseri yapıyormuş,peh...
Bir hüzün daha yanıyor geceye.Karanlık geceye biraz daha karanlık katmaya.Bir tane bir tane daha.Bunu da bırakmalı.Her karanlık gecede hüzün tütmemeli.Ruh kanseri yapıyor.Sigaradan daha uzun süre kullandım bunu.Ruh kanseri oldum en sonunda.Tedavisi yok.Aslında pek zararı da yok.Arada sırada durduk yere hüzünlenme,eski defterlerin üzerindeki tozları üfleme,sıkıntı yaratma.Bunun haricinde çokta zararlı değil.Artık ruhum kanserken bıraksam fayda eder mi ki acaba?Kim bilir...Geçmişe dair her anıyı yaktıkça yakasım geliyor.Az biraz kaldılar pakette.Bir kaç dal sonra biterler...
Sigarayı da bırakmalı.Öksürtüyor.Söylenenlere göre de akciğer kanseri yapıyormuş...
Bırakmalı sigarayı...Bırakmalı hüznü...Bırakmalı geçmişe dair hafızalarda kalan anıları...
Bırakmalı...
Geçmişi geçmişte bırakmalı...

11 Eylül 2007 Salı

Gonca Gül...


Tomurcuk olmadan açabilir misin?
Emeklemeden yürüyebilir misin?
Aşk acısı çekmeden aşkın kıymetini anlayabilir misin?
Hüzünlenmeden mutluluğu bilebilir misin?
Açtığından solmaz mısın peki? Ya da yürürken düşmez misin?
Hayat aceleye gelmez. Herşeyin bir sırası vardır. Sırayla yaşarsın. Önce tomurcuklanırsın,sonra açarsın. Sonra solarsın. Tek tek dökülür o güzel renkli yaprakların yerini alan sarı matem yaprakların. Sonra bu devir daim devam eder...
Düştüğün zaman kalkmak için ellerini kullanırsın.Emeklediğin zamanlar gibi. Yeri gelir tutunursun,ilk adımlarında ki gibi... Hızlı koşmak için bir adım geri atarsın...
Bazen düşmek gerekir. Bazen solmak gerekir. Bazense bir adım geri gitmek gerekir. Ama acele etmemek gerekir. Solmalısın ki daha renkli açasın. Düşmelisin ki kalkmayı bilesin. Acı da çekmelisin. Mutluluğun kıymetini unutmaman için.Bir adım geri atmalısın ki,daha hızlı koşabilesin. Herşey sırayla,aceleye gerek yok...
Sıra sana geldiğinde hazır olmalısın. Koşmak için,düşmek için,keder için,acı için,mutluluk için...
Ve yeniden doğmak için... Yeniden açabilmek için...

8 Eylül 2007 Cumartesi

Uzaklar...

Gözlerim dalıyor yine uzaklara. Deniz mavisi gözlerine dalıyorum denizin maviliğinde. Kendimi bulmaya çalışsam da bulamıyorum,kayboluyorum gözlerinin engin maviliklerinde. Bir kibrit çakıyor gecenin karanlığında,sigaramla sevişen. Fahişe kibrit,yatıyor sigaramın altına her defasında...Bir sigara bir kibrit...Hayat gibi. Mütemadiyen monolog...
Gözlerim dalıyor ufuk çizgisinin ardına...Gözlerim dalıyor bir tanem gözlerinin ufkuna. Umutsuzluk değilde bu sefer,imkansızlıkların arına dalıyor. Lakin ufkunda var umutsuzluk... Gözlerinin ufkunda.
Gözlerin bir tanem. Benimle dalıyor mu ufka? İzliyor musun gün batımını oralardan. İki maviliğin seviştiği noktadan batarken güneş sana da göz kırpıyor mu?
Bir sigara da yattı fahişe kibritle gecenin karanlığına. Uzun değil,kısa soluklu bir sevişmeydi onların hikayesi...


Kalem arkası: Fahişe kibritin nefesi kısa olur. Sigara daha uzun soluklu yatar yatakta. Gözlerim bir fazla ufukta...Bir fazla uzaklarda...Uzaklarsa beni çağırmakta...

7 Eylül 2007 Cuma

Garip...

O'nun ismi "Garip". Kaderi de garip biraz. Yalnız ve de sahipsiz... Ne de olsa diğerleri gibi değil o. Motoru yok. Kürekle yarıyor dalgaları... Yaşlıda birazcık. Gençler gibi pvc denilen plastikten de değil. O'na dokununca bile hissediyorsunuz geçmişindeki izleri,çatlakları... Kurumuş verniği elinize bulaşıyor. Tıpkı dökülen bir deri gibi...

Garip olmak. Hayata karşı garip olmak. Garip bir duygu. Ya da kimsesiz olmak. Hayata karşı tek başına direnebilmek. Bu da gariplik değil mi? Yalnız hissetmek kendini... Çevrende onlarca belki de yüzlerce insan var iken kendini yalnız hissetmek... Garip bir duygu...

O'nun ismi "Garip"...