22 Nisan 2008 Salı

Düşler Ülkesinde Kabus...


Düşler ülkesinde kabus görenim ben. Bir o kabustan bir diğerine. Pembe hayalleri ilkokul sıralarındaki ilkbahar mevsiminde bırakmıştım. Ondan sonrası her kabus görenle aynı hikaye...

Ümitler... Hiç olmayan ümitler. Umutlar; hiç gerçekleşmeyecek ümitlere iliştirilmiş kaçak yolcular... Ve gün batımıyla başlayan kabuslar... Gündüz düşlerinde kabuslar... Gözler hep uzaklara hasret... Hep uzaklara dalgın... Hep uzaklara sevdalı...

Olmuyor olmuyor. Kelimelerim kaçaklarda,kelimelerim firarlarda... Yazacak çok şeyim var ama duruyorum. Susuyorum. Dalıyorum uzak diyarlara. Bir maviliğe bırakıyorum gözlerimi. Ve iki maviliğin kavuştuğu o yere doğru. Gidesim var,gidemiyorum. Kalasım hiç yok. O ufukta neler var merak ediyorum. Neler var zamanın sırtındaki hediye torbasında. Hediye mi yoksa cezalar mı var? Ne var akrebin yelkovanı kovalamasının ardında? Ya da yelkovanın akrebi kovalamasında?


Sorular sorular ve yine sorular... Bir soru daha var...

.....


Neden?
Her nedenin nedeni nedendir...
Kabuslarımın nedeni ne?
Düşler ülkesindeki kabuslarımın nedeni ne?
Neden?
Dinliyorum,anlat...



Kalem arkası: Sevgili dostuma modelliği için teşekkürler...

12 Nisan 2008 Cumartesi

Madem Öyle...

O halde hoşçakal... Anlamsız gidişinle nedenleri de yanında götürüyorsun bu sefer. Sanki düşman gibi,sanki yaşanmamış gibi... Anlamsız ve de gereksiz...
Üzgünüm hep dediğimi diyeceğim işte... Kelimelerime tekrarlar yaptıracağım. Hep duyduğun ama hiç umursamadığın şeyler yazılacak tekrar ve de tekrar... Üzgünüm sevgilim,sen beni hiç umursamadın. Halbu ki ne sevda taşırdım sana kuşlardan küçük yüreğimin üstünde. Ne yalan vardı içinde ne dolan. Ne de bırakıp gidebilecek kadar cesaret. Saf ve temiz. Tıpkı ilk aşklarda olduğu gibi. Sadece sevgi vardı küçük kalbimde. Sevdasında büyüyen kalbimde. Bir sevda türküsü gibiydi,hiç bitmemeceye radyoda çalan. Bir çiçekti karların arasında açan. Ama gidişinle hepsi bir anda bitti. O çiçek açamadı... Radyoda hiç çalmadı. Ama yine de,yine de dudaklarımda bir mırıltı oldu,o türkü. Ben hep söyledim. Sensizken de senleyken de... Hiç bıkmadan sürekli söyledim. Ve o çiçeğin başını bekledim belki açar diye... Ama o hiç açmadı...
Şimdiye kadar ile devam ediyorum cümlelerime... Şimdiye kadar sevgili,sevildin sevilmedin,sevilmedin sevdin... Ama şimdiye kadar hiç çok sevildin mi? Sen olduğun için hiç sevildin mi delicesine? Ama gerçekten... Hiç aldatılmadan... Hiç aldatmadan çok sevildin mi sevgili? Ya da bugün varsın yarın yoksan yoksun denmeden sevildin mi sevgili? Sevildin... Sevildin ama hiç bir zaman umursamadın... Seni seviyorum'u bile umursamadın ama çok sevildin...
Hiç bir zaman anlamadın ne beni... Ne de sana karşı sevgimi... Ve sen şimdi gitmek istiyorsun...
Sanki hep yanımdaymışsın gibi...
Şimdi gidesin var...
Madem öyle...
Hoşçakal...
Unutma ki...

Di en es mi corizone...

8 Nisan 2008 Salı

Bakkal Amca...

Hüzün dökülüyor gözlerimden,yanlış anlamayın dostlar bunlar yaş değil.Bunlar yüreğimden kopan hüzünler. Hani sizinde başınıza gelmiştir. Gelmiştir değil mi? Hani çok istemişsinizdir olmamıştır. Hani çocukken bakkal amcadan alırdınız ya şeker,hani çıkışmazdı ya paranız. Hani üzülerek koyardınız ya şekeri yerine. Çıkışmadı para,kaldı şeker.

Öyle işte. Ama sevda çıkışmadı bende. Heybemde o kadar sevda yokmuş. Sevdiğimin beni sevmesini sağlayacak kadar sevdam yokmuş demek ki. Alamadım işte o şekeri... Bakkal amca yazmadı veresiye... Ev bi koşu uzaktaydı be bakkal amca,ne olurdu versen o şekeri bana? Sen çocuk olmadın mı bakkal amca? Senin canın çekmedi mi şeker bakkal amca? Vereydin ya o şekeri bakkal amca...

Sevdam çıkışmadı. Eksik kaldı heybemde. Hani beni sevmesine yetecek kadar değildi. Hani benim sevdam değerli dolarlar gibi değildi. Benim sevdam çaputa sarılmış kuruşlardı. Ortası delik liralardı. Ama sen bilmezsin ya,onlar maddiyatta değil,maneviyatta güçlüydü. Ama maneviyatta alışveriş mi olur? Olsa bakkal amca vermez miydi şekeri? Yırtık çaput benzeriydi sevdam,uzaktan yırtık çaput,yakından ipek kaftan parçası... Altın işlemeli... Ama yok görünüş dendi... İlla ki yetmeli dendi...

Sen hiç mi sevmedin be bakkal amca? Sattığın peyniri ya da yumurtayı? Sevmediysen nasıl bakkal amca oldun?

Bakkal amca be,ver şu şekeri... Altı üstü eksik 5 kuruş... 5 kuruşlukta mı değerim yok bakkal amca? Yapmaz mı ciğerim 5 kuruş? Yalan mı söyledim sevdiğim sana? Niye inanmazsın bakkal amca bana? Ev şurası,alıp geleyim... Yok olmaz dedin... Vermedin şekeri... Vermedin yüreğini...


Ev şurasıydı bakkal amca... Ben bir koşu alıp gelirdim 5 kuruşu... Yüreğim şurasıydı be sevdiğim... Bir koşu.......

5 Nisan 2008 Cumartesi

Çocuk...


Bir zamanlar... Bir zamanlar çocuk olmaktı,büyümek. Büyüyüp kirlenmekti çocuk olmak. Büyümeye hevesli olabilmekti. Temiz olmaktı,üstü başı kirli de olsa. Çocuk olmak,elma şekeriyle mutluluktu. Ya da bir topitopla... Dertsiz kedersiz. Hani ağlamalar vardı;istediğin oyuncak alınmadığında ya da elinden sakızın alındığında. Hani mutluydun. Dertsizdin. Nedir bilmezdin hayat.... Çocuk olmak bilinçsizlikti. Bilgisizlikti. Ama mutluluktu...
Büyüdün zaman geçtikçe. Boy attın,pos attın. Gülüşlerini saklamak istedin çocukluğundan arta kalanlarda. Anıların yanında. Onları da alanlar oldu senden. Onları da çaldılar. Elinde anıların kaldı. Bir tek onları alamadılar elinden. Ama o günleri alan zaman oldu. Zaman geçtikçe unuttun. Unuttukça uzaklaştın mutlulukla güldüğün zamanlardan... Yani içten güldüğün zamanlardan... Unuttun gülümsemelerini. Silindi. Artık her gülümsemenin altında yatan bir acı oldu. Acılarına gülümsemelerini maske yaptın. Ağlamalarına da kahkahalarını... Gülemedin kaç zamandır içten... Gülümseyemedin kaç zamandır yürekten... Hepsi aslında bir maskeydi...
Sonra... Zaman geçti... İlk defa sevdin bir hayırsızı. İlk defa o zaman tattın sevdanın şarabını. Tadı hoştu. Sana bıraktığı duygu da. Yarı uyuşuk,yarı ayık... Bir sarhoşluk meselesi oldu. Sevda şarabıydı bu içtikçe içilen. Ama her şeyin bir sonu olduğu gibi,bu şarabında sonu vardı. Şişenin dibinde kendine bakarken bir andao acı gerçekle karşılaştın. Bitmişti. O sevda şarabı bitmişti. Ama her şarap gibi seni kendine alıştırmıştı geçen onca zaman zarfında. Sen onu istiyordun,ama o çoktan bitmişti. İşte ilk sevdan buydu... İşte ilk hüznün buydu... Yani işte ilk aşkın acısından tattığın andı bu an... Ve o acıya yıllarını verdin... Halbuki rafta daha çok şarap vardı açmanı bekleyen,daha kalitelisi... Ve devamının olduğu....
Ve sonra. Sevildin. Öyle sevildin ki,sevenin canı pahasına sevdi seni. Sevdi. Sevmekten vazgeçmedi. Çok sevdi. Ama sende düş kırıkları vardı. Sende hüzün vardı o ilk sevda şarabının bitmesinden dolayı kırgınlık vardı. Hatta belki de inançsızlık. Hani karşına çıkan seni gerçekten sevdi. O;şarabın hiç bitmeyeceğine yeminler bile etti. Ama sen hüznünde kaldın. Hem kendin üzüldün. Hem O'nu üzdün...
Ve ansızın masallar bitti hiç beklenmeyen o anlarda. Sonları iyi olmayacak şekillerde... Bitti... Bir vardı... Bin yok oldu...

4 Nisan 2008 Cuma

Sen Gül Daima...

Sen gül daima. Gülüşlerini duyayım,göreyim. İçimde kanasa da yaram. Sen gül. Aslolan daima sensin...


Barış Manço repliklerinden çıkma şiirler yazmayacağım sana. Ya da pembe dizi romanlarından çıkma satırlar. Aslında sana sadece kendimi yazacağım ufak kız. Hani olurda gözlerindeki gülüşleri kaybedersen diye. Hani olurda o zaman gelirse,hatırla da gül diye. Hoş,benim yazacaklarım gülümsemene belki de engel olacak... Belki; belki de sadece kendimi anlatacağım. İşe yaramaz bir kaç satırdan ibaret. Sus ve dinle çocuk... Bu gece şehre karanlık indi... Bu gece şehir hüznümle yıkanacak...

Sevdayı ne kadar büyük yaşarsan hüznün de o kadar büyük olur. Ve sevda yaşayabildiğin kadardır. Belki bir sümüklü mendil kıvamında,belki de keseler dolusu altına satmayacağın... İşte onlardan... İşte o keseler dolusu altına satmayacağım... Hani canım tehlikede de olsa,önce sevdam diyeceğim bir sevda... Yani senin anlayacağın çöp kutularından,atıklardan toplama bir sevda değildi... Hani ne inandın,ne tahmin edebildin... Boşver sen... Sen hep gül...

Sen hep gül; çünkü sana gülmek çok yakışıyor. Hani sen güldükçe, mutlu oluyorum. Hani sen güldükçe, tüm üzüntülerimi siliyorum... Hani... Hani sen güldükçe,ben seni bir fazla seviyorum... İşte öyle bir gülüş... İşte öyle bir sevda...

Hani ayrı geçen günlere ağladığın,üzüldüğün günler vardır. Hani o günlerde dakikalara yanarsın. Hani bir fazla olsun dersin... Bir fazla yan yana bir fazla diz dize... İşte o günlerdeyim. Hani senin hiç bilemeyeceğin bir yerdeyim. Sensizlikteyim; ki sen bunu hiç yaşamadın. Geçen her güne ağıtlar yakıyorum. Geçen her günde belki ararsın diye gözüm telefonda...

Ve aylar geçti üzerinden. Hani ararsın diye beklediğim. Ben halen telefona bakmaktayım. Belki bir arama,belki bir mesaj. Hani bir kez olsun. Bir kez olsun ara,bir kez olsun bir mesaj. Emin olasın,devamını getiririm. Emin olasın ki mutlu olurum...

Olmaz çocuk,sen hep gül... Sen kararını çoktan verdin... Tamam mutlusun işte... Bırak ben de sevdamın hüznünde yanayım.. Bırak yüreğimin acısını çekeyim... Bırak ciğerimin yangını yaksın beni... Bırak... Sen sevmesen de bırak... Ben bu sevdayı yaşadığım gibi cefasını çekeyim... Ama sen gül...

Kalem arkası: Kızıl gül....... üm...

1 Nisan 2008 Salı

Papatya...



Her açan çiçek mutlaka solar...