5 Aralık 2007 Çarşamba

Hasan Usta'nın Hikayesi-2

Yine aynı şekilde rastlamıştım Hasan Usta'ya. Banka oturmuş yedi tepeli şehrin yedisine birde hoşçakal diyen güneşi seyreyliyordu yaşlı gözleriyle. Bir de cigara tellendirmiş boğaza karşı. Beni farketmedi yanına oturduğumda dahi. Cigarası bitince ancak farketti beni. "Hayırdır" dedi,yıllara yenik sesiyle. "Ne gezersin buralarda?" İşte ilk o zaman bana hikayesini anlatmasını istemiştim. Çok duymuştum sağdan soldan ama hiç sormamıştım kendisine. İlk o gün sormuştum. Ve ilk o gün Hasan Usta'yı tam olarak anlayabilmiştim. İlk defa bir hikayenin bu kadar efkarlı olduğunu ilk o gün farkedebilmiştim.
Hep duyduğum hikayeydi belki birazı. Ama hiç bu kadar olacağını bilmiyordum. Hiç bu kadar farklı olacağını beklemiyordum. Hasan Usta renkleriyle nasıl şaşırtıyorsa bir insanı kendi hikayesiyle bir fazla şaşırtıyordu. Anlattı anlattı. Akşamı gece,geceyi sabah etti. O anlattı ben dinledim. O anlattıkça şaşırdım. Anlattıkça dinledim. Herhalde kimseye böyle anlatmamıştır. Bu kadar uzun. Bu kadar yorgun bir hikayeyi bu kadar uzun anlatmamıştı. Sanki sormamı beklemiş,en ince detayı bile atlamadan anlattı. Bazen sustu,konuşmadı. Hiç bir şey anlatmadı. Ama bol bol anlattı.
Adana'dan ayrılış sebebini. Daha doğrusu kaçış sebebini anlattı. Kozan'ı neden kanattığını anlattı. Kozan kanarken kendi yarasının kanamasını anlattı. Anlattıkça anlattı. Arada sırada kaderine kızdı. Arada sırada kendine kızdı. En çokta Kozan'a kızdı,Adana'ya kızdı. Kızdı ama sevdi de. Kızdıkça sevdi,sevdikçe kızdı. Özlemini de anlattı. Adana özlemini,Kozan özlemini. Anlattı. Anlattı amma,dönemeyeceğini de anlattı. Kanatmıştı Kozan'ı... Kozan da onu...

Anlattı Hasan Usta. Anlattıkça anlattı. Kelimeleri birbirine düğümleyip düğümleyip anlattı... Boğazına düğümledi,yüreğine düğümledi. Her kelimesine bir can ekledi...