29 Ağustos 2007 Çarşamba

Coffee...

Kahve içmeye bayılırım. Köpekten kaçtıktan sonra bir kupa dolusu kahvedir tek tercihim. Özellikle Mart aylarında çok içerim kahveyi. Uzun gecelerde uyanık kalmak gerek. Anlarsınız ya. Ben tam bir kafein bağımlısıyım.

Uzun yolların ardından,uykusuz gecelerden,biraz da hoş sohbetlerin ardından,biraz koşuşturmacadan,ilk molada,uyku öncesi,uyku sonrası kahvedir,tüm hastahane çalışanlarının dostu. Soğuk sabahlarda,sıcak akşamlarda ellerde birer kahve. Çalışan içinde hasta yakını içinde. Hastahane hayatı biraz daha farklıdır normal hayattan. Hep uyanıktır hayat orada. Orada ölüm ile yaşam arasında çetin savaşlar verilir. Katlar arası,odalar arası. Hastahanede yaşayan her canlı oradaki savaşın tanığıdır. Onlarda az uyurlar,belki uyumazlar. En sessiz anda bile bir ses vardır. Kedisinden köpeğine,ağacından böceğine. Herşey uyanıktır,uyanıkta kalmalıdır. Uzun yolların ardından bu hayatın dışında olan birine de gelir bir telefon. Uykusuz vaziyette açılır telefon,karşıda ki ses gel der. Uykusuzluk dağılır bir anda,bir kahve dağıtır,istikamet değiştirilir. Soluksuz gelinir hastahaneye. Öyle bir yerdir işte hastahane. Oradan gelen telefonlar ürkütücü olur daima. Uyanmak,uykusuz kalmak gerekir bazen... Uyunursa belki çok şey kaybedilir korkusudur. Bir de kahvedir bu uykusuzlukların nedeni...

Kalem arkası: Uykusuz geçen gecenin ardından yola düşüp geldiğim bir hastahanede sabah hengamesi içinde "uyanmak" için kahve içmeye çabalarken,kahveme eşlik eden sessiz dostuma hediyemdir...