1 Kasım 2007 Perşembe

Yarım Kalan Düşler...

Uykumun en tatlı yerinde uyandım yine. Saat gecenin alacakaranlığından gündüzün aydınlığının kucağına atlıyorken. Kan revan içinde uyandım,nefes nefese. Soluk soluğa. Yanımda yatan dün akşam barda tanıştığımız buğday tenli güzelin kolunu kaldırdım göğsümden usulca. Hafiften uyanır oldu ama akşam çok içmişiz. Zor ayılır. Tekrar daldı derin düşlü uykularına. Mutfağa gidip bir su ısıtıcısının tuşuna bastım. Kirli kupamı musluktan akan suyla biraz temizledim. İçine üç tatlı kaşığı kahve,bir tatlı kaşığı şeker attım. Acı ama gerçek misali. Beni ancak bu ayıltır zaten. Odaya tekrar geri döndüm. Benim buğday tenli güzelin başucunda duran yarısı içilmiş,yarısı kalmış biraz ezilmiş sigara paketine uzandım. Hemen yanında ki kibrit kutusuna bir el attım. İçi boş... Mutfağa dündüm. Her zaman yedek kibritim bulunur. Onu buldum. Bu sırada suyum ısınmış,su ısıtıcısı kapandı. Kahvemi koyup balkona geçtim. Henüz hava karanlık. Balkonda oturup bir sigara yaktım. Kibritin alevi parladı,sanki sokağı ışıttı. Bir nefes sigaramdan aldım,bir yudum da kahvemden. Kahvem sert olur. İlk yudumunda ayılttı zaten. Zıkkımın şey,ne de iyi geldi.
Son zamanlarda arttı bu uykumun bölünmeleri. Gecenin en karanlık vaktinde ne hikmetse. Rüyalarım hep aynı. Hep aynı ama bir türlü sonunu göremiyorum. Hep en can alıcı noktasında uyanıyorum. Yine "O" giriyor rüyalarıma. Oturmuşuz Ortaköy'de. Bol karbonatlı,az harmanlı çay müsvettesini yudumluyoruz. Yedi tepesinde yedi hikaye barından şehre güneşin hoşçakal dediği vakitte. Manzara güzel. Dalıyorum manzaraya. Bir an olsun kayboluyorum. Sonra yine masaya dönüyorum. Havadan sudan muhabbetler. Biraz hayata dair,biraz da masada ülkeyi kurtaran çözümler eşliğinde. Ama başka bir şeyi merak ediyorum o esnada...
Şehre biraz daha indi karanlık. Sokak lambaları yanıyor. Biri patlamış. Yanmıyor. Orası karanlık. Biz dalmışız sohbete. Saatte geç olmuş. Ama ben bambaşka bir şeyi merak ediyorum. Soruyorum hafiften sesimi alçaltarak; "Ya biz?" "Ne olmuş bize?"diyor. "Biz" diyorum;"Ne olacağız?" "Zamana yenik mi düşeceğiz?Bir varmış bin yokmuşla biten peri masallarında konu mu olacağız? Yoksa sil baştan yeni bir sayfa mı yazacağız? Kolay yol mu zor yol mu?" diye soruyorum."Üşüdüm,kalkalım başka yere oturalım." diyor. Yine ince giyinmiş. Üşür tabi. Yapraklar bile havaya küsmüş,yerleri boyuyorlar sarı renklere. "Bu havada bu kıyafet,yine hasta olacak" diye içimden geçiriyorum. Kalkıyoruz. Az ileride bir cafe daha var. İçerisi sıcak,sıcaklığı dışına vurmuş. Sakin ve sessiz. Geçip oturuyoruz. Acıkmışız. Atıştırıyoruz. Bu zaman zarfında çok konuşmuyoruz. Sessizliklerimiz demleniyor ağır ağır,tıpkı semaverde usuldan demini alan çay gibi. İçmenin vakti geliyor sessizliklerimizi. Önce ben bozuyorum huzurlu görünen gergin sessizliği. Duruyor ve düşünüyor. Ve tam cevabını verecekken sesi uzaklaşıyor önce. Duyulmaz oluyor. Ardından kendisi. Uzaklaşıyor,yedi tepenin ardında ki güneşe doğru. Uzanıyorum. Yakalayamıyorum. Bir karanlık çöküyor yedi tepenin yedisine birden... Yedi tepeli şehir alıyor kaçırıyor. Aramaya başlıyorum,arada sesini duyuyorum,sesine koşuyorum. Ama her girdiğim sokak bir öncekinin aynısı. Kayboluyorum,yedi tepenin yedincisinde...
Kan revan içinde uyanıyorum... Her gece arıyorum. Her gece kayboluyorum yedi tepenin yedincisinde. Sadece sesini duyuyorum. Kısık,cılız bir ses yankılanıyor yedi tepenin yedisinden birden...
Sigaram bitmiş. Kahvemse soğumuş. Odama gidiyorum. Buğday tenli güzelin yanına tekrar uzanıyorum. Tekrar kaybolmaya hazırım....


Special thanks for photo;
Photographer:Neslihan Kureşir
Photo name:Sleeping Beauty